(Yazıda geçen olay gerçektir, mekan ve kişi adları hayalidir.)
Okuma yazma bilmeyen hükümlü ve tutuklular için yeni bir kurs açmıştım.Sınıfımda heyecanla yeni öğrencileri bekliyordum.Görevli İnfaz Koruma Memurları altı kişiyi sınıfa getirip “Hocam, bunlar yeni öğrencilerin, hayırlı olsun” deyip bırakıp gittiler.
Kısa bir tanışma faslının ardından derse başladım.Öncelikle seviyelerini ölçüp ona göre okuma yazma dersine ayar verecektim.İçlerinden biri dikkatimi çekti.Giyimi kuşamı, tipi, duruşu, saç tıraşı, elleri ve yüzü bakımlıydı, konuşması çok üst düzeyde eğitimli olduğunu gösteriyordu.Ama bu okuma yazma kursuydu.Belki dedim kendi kendime...Yanılmışımdır.Bazen böyle arada bir odasından çıkmak için bahane arayan mahkumlar “ben okuma yazma bilmiyorum” deyip şanslarını deniyor, bende birkaç denemeyle onların bu kandırmacalarını ortaya çıkartıyordum.Ceza infaz kurumu girişinde mahkumların kıymetli belgeleri idare tarafından saklanır.Bende emanet depoya gider, sürücü belgesi, kimlik kartı vb.belgelerden okuma yazma bilip bilmediğini öğrenirdim.
Derslere devam ederken arada bir ders dışı muhabbet eder,sıkıcı havayı dağıtmak için onları tanıma adına konuşurdum.Okuma yazma bilmediğini söyleyen ama beni kandırdığını zannettiğim tutuklunun adı Ercan’dı.
-Ercan, sen şimdiye kadar nerede yaşadın, nerelerde iş tuttun, dedim.
-Hocam, ben kendimi bildim bileli İzmir’liyim.
-Hem İzmir’lisin hem de okuma yazma bilmiyorsun, bu nasıl iş?dedim.
-Hocam, benim annem Basmane’de bir barda konsamatrismiş.Beni çalıştığı barda doğurmuş.Tabi babam olacak adam beni sahiplenmeyince barda büyümüşüm.Annemin işleri hep geceleri olur, gündüzlerimiz uykuda geçti.Ben biraz delikanlı çağıma gelince barın patronu anneme “Senin oğlandan iyi fedai olur, kapıda dursun ona da üç beş kuruş verelim” demesiyle kendimi bar fedaisi olarak buldum.
-Okula falan gitmedin mi?
-Ne okulu Hocam? Ben yirmi yaşıma gelinceye bardan dışarı adımımı atmadım.Okulu kim görecek? On beş yaşına kadar nüfus kağıdı bile çıkartmamış annem.Sonra barı basan polisler anneme “Bu çocuk eşşek kadar olmuş, kimliği yok.Böyle olmaz, başın belaya girer, buna kimlik çıkart “ deyince nüfus kağıdım oldu.
-Madem bu kadar dünyadan haberin yok, cahilsin, ama dış görünüşün, kılık kıyafetin, konuşman eğitimli ve saygın bir kişiliğe sahip olduğunu gösteriyor.Bu nasıl oluyor?dedim.
-Hocam, barda fedaiyiz diye dağdaki ayı gibi olacak halimiz yok.Bara ne kadar okumuş, paralı adam varsa onlar geliyor.Arada bir deli bozuk adamlar geliyor ama onlarda zararsız.Ben çok şık giyinirim Hocam.Çok güzel konuşurum.Herkes beni üniversite mezunu zanneder.Bir gün zengin bir işadamı anneme “Bu senin oğlanı buralardan kurtarayım da adam olsun” demiş.Aneminde canına minnet.Bana “Oğlum, kurtul buralardan, benim hayatım bitti, bari senin hayatın bitmesin” diyerek beni işadamıyla gönderdi.Okuma yazma bilmediğim halde patron beni şirketinin Halkla ilişkiler Müdürü yaptı.
-O kadarda değil, palavra atmıyorsun herhalde,dedim.
-Hocam, ben hayatta her türlü naneyi yerim ama asla palavra atmam,yalanda söylemem.
-Kusuruma bakma, bir an şaşırdım, sen devam et,dedim.
-Halkla ilişkiler müdürü olunca altıma son model siyah bir BMW koydular.Benim görevim, ihalesini alacağımız devlet kurumunun müdürünü veya genel müdürünü Antalya’ya götürüp yedirip içirmek.Ben ve ekibim ihalesini alacağımız kurumun yetkilisini kafaya alırız Hocam.Pahalı hediyeler, yurt dışı ve içi geziler, eskort kızlar vs.vs.
-Okuman yazman olmayınca ehliyetinde yoktur senin, BMW’yi nasıl kullanıyorsun, polis durdurmuyor mu?
-Hocam, hangi polis son model bir BMW’de, rayban gözlüklü,siyah takım elbiseli, çok şık, manken gibi bir adamı durdurup ta ehliyet sorabilir?Ben on yıldır ehliyetsiz araba kullanıyorum hiçbir polis bana ehliyet sormadı.Birkaç kez radara yakalandık.. Onu da hallettik (!)
Neyse...ben senin öğretmenin oluyorum ama senden de öğreneceğim çok şey var.
Aradan birkaç ay geçti.Okuma yazma kursuna devam ediyoruz.Ercan’ın gerçekten okuma yazma bilmeyen bir tutuklu olduğunu geçte olsa fark ettim.Okuma yazmayı öğrenmiş, yavaş yavaş uzun metinleri sesli okumaya başlamıştı.Bir gün ders esnasında;
-Hocam, takım elbiseni yeni aldın galiba, hayırlı olsun, dedi.
-Evet, geçen hafta aldım.Senin kadar şık olmasa da bir öğretmen için idare eder, dedim.
-Hocam, kusura bakma ama ben senin aldığın takıma elimi bile sürmem.
-Niye, çok mu kötü, çok mu kalitesiz?
-Hocam, ben İzmir’in en lüks mağazasından giyinirim.Herhalde benim giydiğim bir takımın parası senin aldığın maaşın iki katı kadardır.Ama ben beş para vermem.Hem de mağazaya girdim mi mağaza müdürü beni kapıda karşılar, özel odasında yedirir, içirir.Çıkarken de en az sekiz on takım elbise arabama konmuştur.
-Bu kadarına da pes yani..Bu devirde kim kime parasız bir şey veriyor ya? O mağazaya ben gitsem yarı fiyatına bile alamam takım elbiseyi,dedim.Birden, ani bir hareketle sırtındaki kazağı hışımla üzerinden çıkarttı.Altına atlet giymediğinde bel üstü çırılçıplaktı.Gördüklerim beni şoke etmişti.Vücudunun ön bel bölgesinin her iki tarafı yukarıya doğru omuzlara kadar bütün vücudu sayısız kurşun delikleri ve boydan boya uzun ameliyat izleriyle doluydu.Gözlerini faltaşı gibi açarak;
-Hocam, yediğim her kurşunun bedelini canımla, kanımla ödedim.Sende bu kurşunları ye, sende o mağazaya git, senide bedava giydirsinler sayın Hocam....
-.............!